UnknownPerson View RSS

No description
Hide details



Bu arada taşındığımızı söylemiş miydim? 27 Jul 2014 3:50 PM (10 years ago)

Blog hikayesi başladığı yerde bitmedi, wordpress'te devam ediyor:

http://unpex.wordpress.com/

Ziyaret edebilirsiniz.

Cevaplamakta geciktiğim yorumlarınız için teşekkürler.

Sağlıcakla kalın.

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Aşkın Metafiziği | Arthur Schopenhauer 23 Sep 2012 8:20 AM (12 years ago)


“… İşte bu, yaşama iradesidir; yani hayatın ve hayatın devamlılığının şiddetle talep ettiği şeydir. Bu şey, bu nedenle, ölümden etkilenmez ve kesin, kati, hedefin saptırılamaz olan şeydir. Ama ne var ki, andaki, şimdideki bu var olma halini, daha iyi bir duruma da taşıyamaz: Dolayısıyla (onun için) hayat denince, bu, bireylerin sürekli acı çekmeleri ve hep ölmeleri onun bakımından kesin ve değişmez bir durumdur. Onu bu durumdan kurtarmak için yaşama iradesinin olumsuzlanması hakkı bizde saklıdır; bu olumsuzlama yoluyla bireysel irade, kendini türün soyundan koparır ve türün içindeki o varoluşunu terk eder…
Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği, Sh.73, Bordo Siyah Yayınevi, Eylül 2011

http://unpex.wordpress.com/2012/09/23/askin-metafizigi-arthur-schopenhauer/

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Ne gerek Vardı şimdi? 21 Sep 2012 10:41 PM (12 years ago)


                       Değişiklik iyidir çoğu zaman. Blogger'ı wordpress ' e aktardım, çok düzgün gözükmesede, yazdıklarım orada da olsun istedim.  Bakalım beyaz, siyah devam edebilecek miyim bundan sonra yoluma..

Saygılar, sevgiler..

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Bırakıyorum, akışına.. 8 Sep 2012 12:58 PM (12 years ago)

            Karanlık. Sadece sesler geliyor yakınlardan. Dalga sesleri. Deniz kenarında olmalıyım ama aşağıdan geliyor sesler. Zorluyorum, açamıyorum; sanki göz kapaklarıma tutkal sürülmüş. Rüzgar içimden geçmeye çalışıyor, şiddetli epey. Yosun kokusu geliyor burnuma, kayalıklar olmalı yakınlarda.

            Açılıyor sanki biraz göz kapaklarım. İnce bir çizgi beliriyor gözlerimin önünde, kısık bir şekilde bakıyorum ufuk çizgisine. Başımı eğiyorum seslerin geldiği yere.

            Tahta bir iskelenin kenarındayım, sadece topuklarım basıyor yere. Yüzme bilmiyorum. Neden buradayım? Atlıyorum galiba. Epeyce aşağıda deniz. Zıplıyorum ama ben yapmıyorum. İzleyiciyim sanırsam bugün bedenime.

            Bir ömür sürüyor sanki düşüşüm. Heyecandan nefesimi bile tutamıyorum. Çivileme girerken suyun içine, bomboş ciğerlerim. Nasıl çıkılır su üstüne geri, bilmiyorum. Dalıyorum, dalıyorum, dibe geliyorum.

            Bir an nefes almak için ağzımı açıyorum, refleks ya! Kulaç atmayı bilmiyorum. Bilsem bile enerjim yok. Dibe oturuyorum. Fazla sürmez diye düşünürken, bir ömür daha geçiyor. İskelede hiç insan sesi duymamıştım, kimse de gelmiyor zaten kurtarmaya.

Alacak daha nefesim var ki yukarıda, adrenalin bombası patlıyor içimde. O gazla çekirge gibi zıplayıveriyorum bir anda dipten güç alarak. Aşağısı karanlık, güneş parıldıyor yukarıda.

Galiba oluyor, öğreniyorum yüzmeyi. Son oksijen atomuna kadar kullanıp, yukarı çıkmalı ve kurtarmalıyım kendimi.

Çıkıp ne yapacağım bilemiyorum, ama çıkmam gerek.

Akışına bıraksam, dalga götürür belki beni sahile. Tek yapmam gereken suyun üstünde kalmayı başarmak.

Bırakıyorum, akışına..

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

This Part of My Life.. | Hayatımın Bu Bölümü.. 2 Sep 2012 1:08 PM (12 years ago)


            The Pursuit of Happyness (Umudunu Kaybetme) ’ı izleyenler hatırlayacaklardır:


---Spoiler(Alıntı)---

. . . This part of my life... this part right here? This part is called "being stupid." . . .
(Hayatımın bu bölümü… Bu bölüme “aptallık etmek” diyorum.)

. . . This part of my life is called "internship." . . .
(Hayatımın bu bölümü… Bu bölüme “stajyerlik” diyorum.)


. . . This part of my life is called “running”. . .
(Hayatımın bu bölümüne “koşmak” diyorum.)

. . . This part of my life... this part right here? This is called "happyness." . . .
(Hayatımın bu bölümü… Bu bölüme “mutluluk” diyorum.)

---Spoiler(Alıntı)---

            Ben hayatımın bu bölümünü –yaklaşık on yıllık bir süreyi kapsıyor- “tatmin olamama” olarak adlandırıyorum. Ne kadar düşünsem de, ne kadar bulsam da, bulduğum cevaplar asla yetmiyor bana. Hep aynı yere dönüp duruyorum. Ne kadar yaşasam da sanki bir adım ileri gidemiyorum. Yetinmeyi öğrendim sanıyordum ama yanılgıymış sadece. Aldığım nefes bile yetmiyor, dolmuyor sanki ciğerlerim, az geliyor..

            Abartıyorum çünkü az geliyor normali. Kabullenemiyorum normları , olağanı, doğal olanı..

Daha çok yanacak canım biliyorum ama öğrenemiyorum başka türlü, almıyorum kafam..


Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

İstanbul | Hasret 24 Aug 2012 10:00 AM (12 years ago)


                Güneş her gün bir kez daha batıyor penceremin önünden. Ben hiç doğduğunu görmüyorum günün..

                Sonradan fark ediyorum, hiç düşünmeden yerleştiğim odanın tek kanat penceresi batıya bakıyor ve ne zaman dışarı baksam ben hep sana bakıyorum İstanbul..

                Bilmiyorum ne zaman geliyorum. Belki de İstanbul’dan daha uzaklarda gözüm..

                Sinirlerim tepemde bu ara, “zamanla” derler ya, ben omuzlarımdaki zincirlerden kurtulacağım günü bekliyorum..

                Gene kaçamak düşünceler geliyor aklıma, savıyorum daha doğrusu savmaya çalışıyorum.

                Nerden baksan 5 sene oldu senle aramız açılalı İstanbul, artık düzeltelim diyorum. Bekliyorum..

                Yapmıyorum, kendime verdiğim hiçbir sözü tutmuyorum bu ara, değişiyorum. Bilmiyorum gelişiyor muyum ama bir şekilde değişiyorum.

                Aslında gözüm daha da uzaklarda ama ben önce sana geleceğim günü bekliyorum..

                Görebildiğim tek durak var şu an bu yolda, o da sensin İstanbul..

                Yolum uzun, önümdeki ilk durak sensin, geliyorum ama kalıcı değilim biliyorsun İstanbul..

                Şarkılara yazdıkları “Arnavut Kaldırımlı Taş Sokaklar” burada da var İstanbul, ama inan hiç çekilmiyor ince tabanlı ayakkabılarla..

                Taşı toprağı altın ya, ayaklarım su toplasa da yürürüm ben saatlerce sokaklarında..

                Ne zaman bilmiyorum ama uzak kaldığımızdan daha yakında..

                Her gün lanet ettiğim trafiğini bile özledim inanır mısın İstanbul, böyle bir şey olsa gerek ayrılık..
                foto

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Supernatural | S07E11 22 Aug 2012 9:56 AM (12 years ago)

Supernatural(7x11)’dan geliyor:

Frank Devereaux (Kevin McNally) ’dan Dean’e nutuk: (Kevin McNally’nin güzel sesinden tabi..)

-Do what I did.

-Decide to be fine until the end of the week.

-Make yourself smile because you're alive and that's your job.

-And do it again the next week.

-Do it right...

-with a smile.

-Or don't do it.

Şu video’dan izlenebilir, dinlenebilir.

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Varoluşun dar çerçevesi.. 8 Aug 2012 2:59 PM (12 years ago)

Varoluşun dar çerçevesi..

Genç Werther


Şu an, aynı Goethe’in Genç Werther’in ağzından söylediği gibi Varoluşun Dar Çerçevesi’inde takılıp kaldım. Başka bir halde olmam mümkün değil aslında, demek istediğim bunun farkındalığı çöktü üzerime..

Ölümlü bakış açısı diye bir şey var, bilir misiniz? Bilir misiniz diye sormak doğru değil aslında, doğru olan: “farkında mısınız?” diye sormak..

Ne kadar ilerisini görebilir ki insanoğlu bu dar çerçeveden ya da ne kadar bilgelikle bakabilir ki ?

Varoluş diyor, nedir ki varoluş? Nasıl Var olur insanoğlu? Nefes alması yeter mi var olmak için? Yoksa Descartes’ in dediği gibi “Düşüyorum öyleyse varım” mıdır olay? Ömrünü mağarada insandan, kentten uzak olarak geçirmiş bir insan, bir dikili ağacı olmadan göçtüğünde bu dünyadan Var olmuş sayılır mı?

Çerçeveyi bakış açısı olarak algılarsak, Türkçede sık kullandığımız bir şey geliyor aklıma: At gözlüğü. Atabilir mi insan at gözlüklerini? Sadece gözünün önünü görmekten öteye geçebilir illaki, ki geçmiştir de zaten ama tamamen çıkarıp koyabilir mi kenara?

Ve..

Hayat, hep devam eder..

UnknownPerson

Foto

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

İnsan beyaz doğar. 15 Jul 2012 9:54 AM (12 years ago)

İnsan beyaz doğar.

Bunu zenci-beyaz olarak anlamamak gerek. Bahsedeceğim şey biraz daha farklı.

Hepimiz biliyoruz ki beyaz ışık, tüm renklerin birleşiminden oluşur. Prizmadan geçen beyaz ışık kırılarak bir çok renge ayrılır. İnsanoğlunu da bu yüzden beyaz ışığa benzetmekteyim.

Her renk vardır insanın içinde. Kiminde yedi rengide görebiliriz tabi ruh hali o kadar değişkense . Bazıları tek renk gibi gelir ama, bu renk bir yetişkin için hiç bir zaman beyaz olamaz. Yetişme tarzı, deneyimler insanın asıl rengini belirler ancak sonrası değişken olabilir.

Bu renk olayını anlık olarak algılamamak lazım, skalayı bir ömür olarak aldığımızda, insanın renkten renge geçtiği rahatlıkla görülecektir. Kiminde bu değişim bir kaç kez olur, kiminde daha fazla. Bu tamamen insanın kendi içinde oluşturduğu prizmanın kırıcılığına bağlıdır.

Değişime kapalı olan çok az insan vardır, bunlar inatçı olarak bildiğimiz, daha çok bize muhafazakar olarak görünen kişilerdir. Bu tip insanlar sarı gelir en fazla turuncu giderler.

Asıl bahsetmek istediğim insanın her renge girebileceği. Bunu karaktersizlik olarak söylemiyorum kesinlikle. Değişim her zaman zordur insanoğlu için. İnsan değişime, değiştirmeye çalııştığı şeye bağlı olarak farklı büyüklükte direnç gösterir.    Bu direnci aşan insan artık farklı bir renge daha sahip olur.

Kiminde bu değişim geçiş olarak gerçekleşir, prizmanın değişebilirliği gerçekleşmez ve yeşil olan insan maviye dönüverir bir anda. Bunu trafik kazası geçirmiş bir insanın travması gibi düşünebiliriz. Geriye dönüş yoktur artık.

Kimindeyse sadece deneyimlediği bir olay sonucu öğrenerek değişim gerçekleşir ve insan her iki renge birden sahip olur. Prizma içinde bulunduğu duruma göre yeşil olarak da mavi olarak da ayarlayabilir kendini. Bunu oyunculuk olarak algılamamak lazım. Hayatında iki farklı rolü olan bir insan düşünebiliriz bu durum için: Bir holding patronu olan bir baba hayal edebilir; emin olabiliriz ki çocukları için başka biri çalışanları için başka biridir.

Ruh haline göre de sınıflandırabiliriz bu renkleri: insan mutlu olduğunda farklı bir insan, üzgün olduğunda farklı bir insan gibi olabilir. Kimi insan gerçekten başka bir renge geçer, kimi ise aynı rengin tonlarında dolaşır.

Peki bu renkler nasıl etkiler insanı? İçinde bulunduğu ruh haline göre durumlara vereceği tepkiyi değiştirir ve alacağı kararları doğal olarak. Ben bunu bir sorun olarak anlatmıyorum. İnsan ruhunun ne kadar çok şeyi içinde bulundurduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Teorinin dışına çıkıp biraz hayattan örnek vereyim:

Ruh hali çok fazla değişken olmayan, iş hayatının stresini kendine bir rutin haline getirmiş yirmi yıllık bir polis memurunu düşünelim. Akşam evde eşiyle yaptığı şiddetli bir tartışma ertesi gün normal şartlarda yapmayacağı bir şeyi yapmasına sebep olabilir. Mesela normalde bir arabayı rutin kontroller yaparak ceza kesmeden gönderecekken, o gün yangın tüpü yok diye yüklü bir ceza kesebilir.

Olayı biraz daha abartalım ve gerçek bir renk değişimi görelim şimdi:

Rahat çalışma hayatı olan bir memur hayal edelim bu sefer, ne kadar yoğun ve stresli bir görevi olsada rahat kişiliğiyle işlerini yavaşta olsa halledebilmekte ve kafasına takmamaktadır hiçbir şeyi. İşin yürümesi esastır onun için, kurallar umurunda değildir fazla. Bazı filmlerden aşina olduğumuz üzere, kendi rahatlığı ve ihmalkarlığı sonucu sevdiceğini kaybedince bir anda işine sımsıkı sarılan, kuralcı, ince eleyip sık dokuyan bir insana dönüşüverir.

Şimdi de artık iki renge birden sahip olmuş bir kişiyi ele alalım, holding patronu olan baba iyi bir örnek bunun için:

Yoğun bir iş döneminde, başarılı çalışanlarından biri odasına gelip izin istemektedir. Çocuğunun çaresiz hastalığı dolayısıyla, yurtdışında bir doktorla görüşmeye gidecektir. Patron sevdiği bir çalışanı olmasına rağmen, iş yerinde kilit bir göreve sahip olan personelin izne çıkmasına müsade etmez. Burada şefkat yoktur, öncelik iştir her zaman. Patronun çocuğu bir gün bayılır ve hastaneye kaldırılır. Önemli kararlar vermek için patronu bekleyen çalışanlar kendisine ulaşmakta güçlük çekerler, çünkü onun için artık iş önemli değildir. Burda şefkat vardır.

Aynı insan aynı durum fakat farklı renkler gördüğümüz gibi.

Bir insan bu patronun durumu gibi birden fazla renge sahip olabilir. Bu insanın prizmasını nasıl geliştirdiğine bağlı olarak değişiklik gösterebilir daha önce söylediğim gibi.

Aslında bahsettiğim şey çokta yeni bir şey değil, kişisel paradigma diye adlandırılıyor günümüzde. Benim asıl bahsettiğim şey ise, insanın birden fazlasına sahip olabileceği..

Olayı biraz daha ileriye daha doğrusu epey bi gerilere götürüp hint felsefesindeki 7 çakraya kadar dayandırabiliriz.

Daha da ileri götürürsek beyaz ışığı tasavvuftaki Nur’a bağlayabiliriz.

Çok fazla ileri gitmeden, konuyu daha fazla dağıtıp, karıştırmadan bu yazıyı bitirmek en güzeli tabi..

NOT: Tamamen kendi derlememdir.

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Trainspotting’den geliyor.. 1 Jul 2012 8:33 AM (12 years ago)


           Trainspotting filminden bir alıntı geliyor şimdi:

           Renton'ın filmin başında ve sonun söylediği sözler de dikkat çekicidir.

--------orijinali----------

choose a starter home. choose your friends. choose leisure wear and matching luggage. choose a three-piece suite on hire purchase in a range of fucking fabrics. choose diy and wondering who the fuck you are on a sunday morning. choose sitting on a couch watching spirit-crushing game shows stuffing fucking junk food into your mouth. choose rotting away at the end of it, pissing your last in a miserable home... nothing more than an embarrassment to the selfish brats... that you've spawned to replace yourself. choose your future. choose life. but why would i want to do a thing like that? i chose not to choose life. i chose something else. and the reasons? there are no reasons.

-------çevrilmişi----------

yaşamı seçin. bir iş seçin. bir kariyer seçin. bir aile seçin. kocaman bir televizyon filan seçin. bulaşık makinenizi, arabanızı, cd çalarınızı ve elektrikli konserve açacağınızı seçin. düşük kolesterolü, diş sigortanızı,sağlıklı bir hayatı seçin. ev kredisi ödeme planınızı seçin. başlangıç için bir ev seçin. arkadaşlarınızı seçin. günlük giysilerinizi ve bavul takımınızı seçin. çeşit çeşit oturma grupları arasından taksitle bir tane seçin. tak-yap bir ürün alıp pazar sabahı kendinizi bir bok zannetmeyi seçin. kanepeye oturup bir taraftan ruh sömüren programları izlerken o lanet abur cuburları zıkkımlanmayı seçin. ve sonunda sizden sonra yerinize geçsin diye doğurttuğunuz bencil veletler için bir utanç kaynağından başka bir şey olmayan sefil evinizde son nefesinizi vermeyi seçin. geleceğinizi seçin. yaşamayı seçin. ama ben neden böyle bir şey yapmak isteyeyim ki? yaşamayı seçmemeyi seçiyorum. başka bir şeyi seçiyorum. sebep mi? sebebi yok.

-------------------

                Paylaşmak istedim..

                Sözler ekşiden kopyala yapıştırdır, çeviride emek olabilir; işte link

resim

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Ben mi kurtarayım Dünya'yı? 14 Jun 2012 10:45 AM (12 years ago)

            Her şeyi tam yapmalıyım diye odaklanınca, her şeyi yarım yaptığımın farkına vardım. Bazı şeyleri tam yapmalı insan, nasıl yetişsin ki her şeye. Hem zaman yok, hem insan bu insan, süperman değil ya..

            Sonra dedim ki, ‘Ulan ben mi kurtacağım dünyayı?’  Biraz rahatladım tabi.

            Her şeyi tam yapmaya çalışınca biraz stres oluyor insan. Yapmaya çalıştığın her şey için ayrı ayrı stres yapıyorsun tabi. Bir bakıyorsun sonra, bir ton stres ama iş yok sonuçta. Ayinesi iştir kişinin derler ya, iş yok bende o yüzden bende yokum aslında. Bu kadar basit.

            Havalanıp, ordan şuraya uçamadığıma göre süpermen olmadığım kesin zaten. Ne anlamı var ki ?

            Şimdi ben böyle düşünüyorum ama biliyorum ki 2 gün sonra aynı kafa geri dönecek. Neyse olacağına varırmış zaten..

            Eskiye dönene kadar bir kaç gün başkaları kurtarsın dünyayı. Ne olacak..

            İş mi sanki..

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Fikri olan? 12 Jun 2012 9:47 AM (12 years ago)


Tutunmak istiyorsan bu hayata, en az bir şeyi seveceksin tutkuyla.
Sevemiyorsan eğer bağlanacaksın mantığınla.
Mantığın kabul etmiyorsa eğer mantıksız yapacaksın her şeyi.
Gene de tutunamıyorsan bu hayata, bekleyeceksin.
Tabi yapacak bir şey bulamıyorsan..

Ben hiç birini yapamıyorum.
Fikri olan?
foto

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Tam On yıl olmuş.. | Neden? 7 Jun 2012 12:24 PM (12 years ago)

Tam on yıl olmuş kendi kendime ilk kez “Neden?” diye soralı..


Ne değişmiş peki bu kadar yıl boyunca?

Ben neler neler denemişim, ne yollara girmişim, kimler kimler olmuşum, neler neler yapmışım şimdi bakınca geçmişe..

Peki ne gelmiş benimle bu güne? Neredeyse hiç bişi..

Her cevabı buluşumda değişmişim ama sonunda gene aynı soruya gelmişim...

Bugün bir şeyler okurken farkına vardım ne kadar zaman geçtiğinin;

“Altmışıma kadar bildiğim şeyler zaten yirmisinde öğrendiklerimdi. bir ömrün, bir arayışın gereksiz kırk yılı..."
Emil Michel Cioran
            Sonra Tolstoy’un dedikleri aklıma geldi tabi;

“ Benim sorduğum soru -ki beni elli yaşında intiharın eşiğine getirmişti- sorulabilecek en basit soruydu ve budala bir çocuktan tutun da bilgeler bilgesi bir yaşlıya kadar herkesin ruhunda yatan şeydi. Bu, insanın cevabını bulamazsa yaşayamayacağı türden bir soruydu ve ben bunu tecrübelerimle öğrenmiştim. Soru şuydu:
"Bugün yaptıklarımın ve yarın yapacaklarımın sonucunda ne olacak? Hayatımın tamamının sonucunda ne olacak?"

Farklı bir yoldan söyleyecek olursak soru şöyleydi: "Niçin yaşayayım, niçin herhangi bir şeye karşı bir istek duyayım, niçin herhangi bir şey yapayım?" Soru şu şekilde de ifade edilebilir: "Hayatımın, beni bekleyen, kaçınılmaz olan ölümün yok etmeyeceği bir anlamı var mı?"

Farklı şekillerde ifade edilebilen bu tek soruya bir cevap arıyordum ve şunu anladım ki, bu soru dikkate alındığında insanlığın bütün bilgisi sanki uçlarında iki ayrı kutup olan iki zıt yan küreye bölünmüş durumda: Biri negatif, diğeri pozitif kutup; ama kutupların ne birinde ne de öbüründe hayatla ilgili sorulara cevap bulmak mümkündü. “
Leo Tolstoy

            Sonra, ölüm döşeğinde –gider ayak- geride kalan herkese ders olacak (hatta ondan sonrakilere) sözü söyleyen Vincent Van Gogh’ un dedikleri geliyor aklıma:

“Mutsuzluğum sonsuza dek sürer.”

Şimdi bu kadar insan aramış ve bulamamış (gerçi Tolstoy bu gruba dahil değil ama, daha bir çok büyük şahsiyet sayılabilir bu insanların arasına) , ben mi bulayım? Ne haddime ki bu konuda düşünmek? Nerden ve nasıl başladım bu işe bilmiyorum ama sonunu hiç de iyi görmüyorum bu aralar.


          En azından şimdilik şu lafın arkasına sığınarak belki biraz huzur bulurum diye umuyorum;

“It's not the destination so much as the journey, they say.”
Jack Sparrow


Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Selected | Seçilmiş 23 May 2012 8:47 AM (12 years ago)

Üniversite birinci sınıfta, üzerinde ne yazdığına hiç dikkat etmeden aldığım bir tişörtün, yıllar sonra “acaba ne yazıyormuş” diye baktığımda farkına vardığım, kutsal kitap öğütleri niteliğinde bir kaç cümle..


Walk in Silence

Don't forget that you find peace in it

Try to be Friendly to anyone

Never Surrender talk smooth

Open and understandable

Listen People Even you think that they are

Fool or Uneducated

Don't Forget that every of us has an own story

in this world

Try to get utmost enjoyment

of your success

deal with your job even its small

make sure that it's your base

be as you are!




Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Tek noktaya oto-focus özelliği. 11 May 2012 10:39 AM (12 years ago)

            Sorunlarımın neden kaynaklandığını tespit ettim galiba sonunda. Bende odaklanma problemi var ama öyle bildiğimiz odaklanma problemlerinden değil. Normal şartlar altında hiper-aktif çocuklardan falan bildiğimiz odaklanma sorunu, bir şeye odaklanamama sorunudur. Ben de ise tam tersi bir durum söz konusu anladığım kadarıyla.

            Mesela ben şu an yazı yazıyorum ya, başka hiçbir şeye kaymaz gözüm. Ne saatin farkında olurum ne de arka planda çalan müziğin. Tamamen koparım her şeyden. Şu an savaş çıksa, bombalar düşse camımın önüne farkında olacağımı sanmıyorum.

            Mesela ufak bir problem olsun, gömleğime salça sıçrasın yemek yerken. Ben o salça izini çıkarana kadar ne yediğimi de unuturum, kimle yediğimi de.

            Mesela çok ufak bir problemim olsun kendimle ilgili, ne bileyim sivilce çıksın yanağımda kocaman bir tane. Ben aynaya baktığımda sadece onu görürüm. Çok defa saçlarıma hiç bakmadan ayna karşısından ayrıldığım olmuştur bu yüzden. Saatler sonra fark ederim saçlarımın yataktan kalktığımda ki gibi durduğunu.

            Mesela biraz para biriktireyim derim. O kadar çok düşünürüm ki bu konuyu gereksiz yere para harcamamayı unuturum. Parayı kasaya uzatırken sorun bana: “sen para mı biriktiriyorsun” diye, “evet, kemeri sıktım bu ara” diyebilirim parayı uzatırken.

            Mesela bir şarkıyı çok seveyim, sözüyle, müziğiyle. Bütün gün onu dinlerim ben, istersem çok sesli müzik çalan bir mekanda saatlerce kalayım, değişmez dilime dolanmış olan müzik.

            Mesela ufak bir şey canımı sıksın, ne bileyim arkadaşımla tartışayım falan. O gün ne olursa olsun -benim hayatımda olabilecek en mükemmel şey bile olsa- dağıtmaya yetmez aklımı.

            Olaya ne kadar geniş açılı baktığımı düşünsem bile, daha önceden kabullendiğim şeyler ya da benim gündemimde olan şeyler(kısa ya da uzun vadeli olabilir, fark etmez), öyle bir kapıyor ki bakış açımı, hiçbir şeyin farkına varamıyorum. Kendi kendimin farkındalık düzeyini, algı seviyemi aşağıya çekiyorum.

            Meslek icabı biz böyleyiz diyeceğim ama ben bu diplomayı almadan önce de böyledim. Tabi bu kadar çok olduğunu iddia edemem. Algoritmanın doğası bu sonuçta. Hiç program yapamama şaşmamak gerek. Neyse daha fazla dağıtmadan bitiriyorum.

            Genel olarak sorunlara odaklanmaya meyilli bir karakterim olduğundan, düşünün siz benim halimi..
Foto

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Yarım saat boyunca aralıksız yağan yağmur. 29 Apr 2012 6:29 AM (12 years ago)

            Yarım saat boyunca aralıksız yağan yağmur sebebiyle mahsur kaldığım köy pastanesinde başlıyor hikaye. Kapının önündeki tentenin altında sigaramı içerken bardaktan boşalırcasına yağmaya devam ediyor yağmur. Öyle böyle yağmak değil bu sefer, gök delinmiş sanki. Yere düşen her damla o hızla yerden zıylayıp yüzüme gözüme çarpıyor. Hiçbir yere gidememenin verdiği sinirle bir nefes daha alıyorum sigaramdan. Uzaklara dalmış gözüm görmesede, üzerimdeki tenteden gelen sesler doluya dönen yağmurun habercisi. Sanki taş atıyorlar yukarıdan, dan-dun sesler geliyor.

            Kapıyı aralıyıp dükkanın patronuna sesleniyorum. Sesim sıkkın, bunalmış. Tamam diyor ben başka bir şey demeden, atlıyoruz arabasına, bırakıyor beni gitmem gereken yere. Arabaya bindiğimizde yağmur duruyor. Ses etmiyorum tabi, 15 dakika yürümekten kurtulmuşum. Kırk beş dakika boyunca durmak bilmeyen yağmur ben çözüm bulur bulmaz duruyor.

            Odaya giriyorum, üstümü çıkarırken farkediyorum. Üşümüşüm ama nedense hissetmiyorum. Canım sıkılıyor, bir sigara daha yaktıktan sonra daha kalın birşeyler giyiyorum üzerime. Dışarıda inceden bir yağmur yağmaya başlamış gene. Islanmış olmalıyım ama bilemiyorum. Hissetmiyorum üzerimdeki nemi. Küllüğe sigaramı basarken aklıma geliyor, acıkmış olmalıyım. Yemeğe gitmek üzere çıkıyorum odadan. Ha, bir de traş olmam gerek. Aradan çıkarsam iyi olur.
foto

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Hani Amerikan filmlerinde olur ya-2 26 Apr 2012 9:15 AM (12 years ago)

Hani Amerikan filmlerinde olur ya,

Fonda hafif bir longue müzik çalmakta, lüks bir otelin barında tek başına oturmaktadır.  Otuzlu yaşlarında, saçları jöleli, karizmatik bir kişiliktir. Görev icabı zengin bir iş adamı rolüne bürünmüş, teşkilatın ona verdiği 2 bin dolarlık takım elbiseyi giymiştir. Akşam saatleri, yemeğini yiyen otel sakinleri yavaş yavaş barı doldurmaktadır o sırada. Bayanların gözünden kaçmayacak kadar yakışıklı olmasına rağmen ikiz hayat yaşamayı istemediğinden bekar hayatı sürmeye devam etmektedir.

Görev sırasında alkol almak prensiplerine aykırı olduğundan barmene o gün izin verilmiş ve yerine ona maden suyu servis edecek başka ajan geçirilmiştir. İkinci martinisini isterken “3 zeytin lütfen” diye eklemeyi unutmaz tabi. Saatler gece yarısına yaklaşırken üçüncü martinisini bitirdikten sonra 100 papel bırakır bardağın yanına ve kalkar. Görev saatinden önce orda olmalı her şeyi bir kez daha kontrol etmelidir. Amerikanın bir numaralı keskin nişancısı olarak, ünlü Montecito gazinosunun kapısını karşıdan gören çatıya yerleşir. Kulağındaki kulaklıktan adamın tam 3 dakika 28 saniye sonra çıkış yapacağı bilgisi verilir. Rüzgarın hızını tekrar ölçer, son ayarlamaları yaptıktan sonra gözünü dürbüne yaslar, nefesini tutmaya başlar. 5, 4, 3, 2 ve adamın ayakları kapıda belirir. 1, 0 tetiği yavaşça çeker ve görev tamamlanır.

Yarım saat içinde uçağı havalanacağından, apartmanın otoparkında bekleyen motosiklete atlar ve yola koyulur. Yeni bir görev fısıldanır kulağına, uçağın rotası Moskova olarak güncellenir.

Amerikan halkının güvenliği tehdit eden bir kişi daha imha edilmiş, devletin güvenliği sağlanmıştır. Milyonlarca kişinin hayatını kurtarmak için bir kişinin günahına girmeyi kabullenmiş ve bu işin piri olmuştur. Vatan aşkı için her şeyi göze almış ve kendi hayatından vazgeçmiştir. Bir çok şehirde kiraladığı bir çok apartman dairesi vardır ama bir evi yoktur. Sorun etmez, sadece işini düşünür.

İşte böyle olsaydı hayatım, böyle geçseydi günlerim,

Her şey çok daha farklı olabilirdi.
Resim


Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Hani Amerikan filmlerinde olur ya 25 Apr 2012 11:50 AM (12 years ago)

            Hani Amerikan filmlerinde olur ya,

            Okyonusun kenarında bir şehirde ya da köyde doğmuş, bütün gün Acun mayosuyla dolaşan üçgen vücutlu sörfçü sarışın çocuk. Pick up bir arabası vardır onun ve üzerinde en az bir tane sörf tahtası. Gün daha doğmadan sahile gider dalga bekler, bütün gün sörf yapmaktır işi, eğlencesi. Ders de verir kendinden küçük ya da acemi gençlere, parasını da sörften çıkarır. Sarışın olmasına rağmen, yılın yarısında yarı çıplak dolaşmaktan bronz bir tene sahiptir ama hiç gözükmez mayosunun kenarından hiç yanmamış teni.

            Karizmadır, hoş muhabbettir. Sabahları sahil kenarındaki evinden çıkarken, kapısının önünden gazetesini alan yan komşusuyla selamlaşır. Akşam olunca arkadaşlarıyla beraber sahilde oturur, gelecekle ilgili hayaller kurarken birasını yudumlar. Gece eve geç gelir, bazen yanında bir kız olur bazen olmaz ama bunu sıkıntı yapmaz. Rahattır.

            Yaz sonunda yapılacak olan yerel sörf yarışmasına hazırlanır her sene. Bir çok derecesi hatta şampiyonluğu bile vardır. Belki bir gün ülke çapında turnuvalara katılacaktır, hayallerinde bu da vardır.

            İşte böyle olsaydı hayatım, böyle geçseydi günlerim,

Her şey çok daha farklı olabilirdi.

Foto

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Kahve Falından Çıkan Hikayemsi.. 7 Apr 2012 8:21 AM (13 years ago)

            Karşımda 10-12 yaşlarında bir çocuk oturuyor, yanındaki muhtemelen annesi ve annesinin arkadaşlarından oluşan bir kalabalık var masada. Kadınlardan kimi kahve içmekte, kimi kahve falı bakmakta. Belli ki sıkılmış durumda çocuk, etrafta dolaşıyor sürekli gözleri. Yan taraflarında bir masada kalıyor gözleri. Yirmili yaşlarının ortasında bir genç oturmakta orada, önünde bilgisayarı, koca masada tek başına oturuyor ve  kaptırmış kendini bilgisayardaki işine. Çocuğun dikkatini çeken, gencin tek başına oturması mı, bilgisayarı mı, kirli sakalı mı, duruşu mu bilemiyorum başta.


            Annesine elindeki kahve fincanını uzatıyor, benim de falıma bakın diyor ama duymuyor bile umutsuz ev kadını. Alıyor çocuğun elinden fincanı kendi önüne koyuyor tekrar, sanki çocuk ona hiç birşey dememiş gibi. Fincanla ilgileneceğim diye muhabbeti kaçırıyor kadın, bir kahkaha yükseliyor masadan. Artık o çocuk da, annesi de o masada değil. Sinirleniyor kadın, patlatıyor bir tane çocuğa, kolunda tutup çekiyor ve beraber çıkıyorlar kafeden.

            Sürüklenerek eve giderken aklından geçiriyor çocuk, biraz daha büyüyeyim kimse sürükleyemeyecek beni bir yere. Ben de o ağabey gibi istediğim yerlere gideceğim, kimse gelip kalk diyemeyecek bana. İstediğim zaman, istediğim kişiyle, istediğim yerde olacağım. Hele bir geçsin şu günler, hele biraz daha büyüyeyim..

            Genç sıkılıyor ve kapatıyor önündeki bilgisayarı. Zaten morali bozuk, işi dolayısıyla bulunduğu bu şehirde gezecek hiç biryer, yapacak hiç birşey yok. Çok uzun olmasa da buradaki işi kısa bir süre için de değil. Kalkmak istemiyor yerinden, çünkü  kalksa nereye gidecek bilmiyor. Bütün sokakalara girip çıkmış olmasına rağmen, vakit geçirecek bir yer bulamıyor hiçbir zaman. Biraz daha oturmaya karar veriyor, açıyor bilgisayarı tekrar. Eliyle bir işaret yapıyor garsona, çay diyor sadece dudaklarını oynatarak. Gözleri tekrar bilgisayar ekranıyla buluştuğunda simsiyah bir ekran karşılıyor onu; Sistem bulunamadı. Onu oyalamaya yarayan tek şey, buraye gelmeden önceki dünyasıyla tek bağlantısı gözlerinin önünde cansızca yatıyor.

            Kapatıyor ekranı sertçe, kalkıyor yerinden. Ceketini giyerken, yanından geçen garsona çay iptal diyor, kasiyerin yanında geçerken elini cebine atıyor, gelen ilk parayı kasaya uzatıp fırlıyor dışarıya. Bir sigara yakıyor, tam köşeyi dönerken seksenli yaşlarda bir dedenin boğuk sesi geliyor kulağına. Duraklıyor , bozuk para cebinde aylardır duran 1 lirayı uzatıyor yaşlı dilenciye. Kendi derdini unutuyor o an, adamın ne kadar zor durumda olduğunu hayal etmeye çalışıyor; üzerinde eski püskü kıyafetlerle sokağın köşesine yatmış yardım dileniyor insanlardan. Acaba çocuğu çoluğu yok mu diye merak edip soruyor önüne parayı bırakırken. Aldığı cevap tabi ki hayır oluyor. Muhabbet etmeye pek meraklı olmayan yaşlı amcanın önünde doğruluyor genç ve nereye gideceğini bilmeden devam ediyor yoluna.

            Ne sakat ne de fakir yaşlı amca. Keyfi yerinde aslında, yemeğini çıkarıyor her gün sokaklardan, insanlar kolay aldanıyor sesine. Bazı günler cebine para kaldığı bile oluyor. Para hiç umurunda değil aslında, amacı sadece karnını doyurmak. Yaşadığı hayat yetmiş görünüyor ona. Dünyanın her yerini gezmiş gençliğinde, çok yemiş, çok içmiş, doymuş anlıyacağınız hayata ama çok da uzun sürmemiş ki; şimdi sokaklarda. Yaşadığı yetmiş ona ama fakirlikten dönmemiş ülkesine. Bu kadar yaşadım, artık ölürüm diye düşünerek, kendi vatan toprağına gömülmek için dönmüş. Yaşı aslında seksenlerde de değil, bir kaç ay sonra doksan bir yaşına girecek. Kaç yıldır beklediğini bilmiyor tam olarak ama her gün ölecekmiş gibi yaşıyor, o yüzden başlamıyor yeni bir işe, başlayamıyor.

            Güneş batarken, yaşlı amca elinde ekmeğiyle çıkmaz bir sokağa çekiliyor. Genç adam otel odasında bilgisayarıyla uğraşıyor. Çocuksa sokakta top oynarken, annesi yemeğe çağırıyor camdan bağırarak. Gitmek istemiyor ama annesi üçüncü kez bağırdığında koşuyor eve, gene isyanlarda.  
ResimAlt

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Damardan anti-depresan alasım var. 24 Mar 2012 1:09 PM (13 years ago)

            Duygularımdaki dengesizliği anlatsam anlatamam durumu var şu an, ama ben gene de anlatmaya çalışacağım.

            (John Legend çalıyor winamp’ta. HeartBreaker’ı söylüyor.)

            Maskelenmiş duygular sardı dört bir yanımı, o nasıl mı oluyor?


            Her duyguyu en dibinde, en tepesinde yaşıyorum bu ara. Canımı çok sıkıyor, çünkü biliyorum aslında aktarılmış duygular. Dışarı atılması gereken, hissedilmesi gereken duygular. Zamanında duygusuzluğumdan bahsetmiştim. Artık içime attıklarım patlıyor birer birer. Bugünün geleceği malumdu tabi ama bu kadar erken beklemiyordum ben, otuzlu yaşlarıma kadar erteleyebileceğimi düşünmüştüm hep.

            Hüzün mesela; geçen gün çöplükte donarak ölmüş bir köpek yavrusu gördüm. İçimde ki fırtınayı şöyle anlatayım: daha önce sevdiğim bir insanın cenazesinde bile o kadar üzülmedim. Maskelenmiş diye buna diyorum işte, aslında ona o kadar üzülmemem gerek. Ama içimde birikmiş, halının altına süpürülmüş o kadar çok duygu var ki, sonucu böyle oluyor işte.

            Aşk mesela; çok aşık oluyorum bu günlerde yazmıştım geçenlerde. Bir kız görsem, çok güzel olması gerekmez, eli yüzü düzgün olsun, normal güzel olsun. Ter basıyor bir anda, heyecan falan, eskiden yaşadığım duygular gibi. O kadar yalan ki ama, sadece birkaç saniye sürüyor, aşkla hiç alakası yok halbuki, sadece saklanmış bastırılmış duygular. Dönüp bakmıyorum bile bir daha.

            Psikolojimi alt-üst ettim. Bunu kendi ellerimle yaptım. Yaşamanın tek yolunu böyle buldum çünkü. Şimdi patlıyor birer birer.

            Şefkat diye bir duygu var ya, hani hasta olursunuz, anneniz başınızda bekler, içinizi bir mutluluk doldurur o an. Sahiplenildiğinizi, sevildiğinizi bilirsiniz. Bu boşluk beni öyle zamanlarda yakalıyor ki, bu yüzden başkalarını üzüyorum hep. Herkesten kaçmamın sebebi bu. Bu kadar bencilce, sadece kendimi doyurmak için kimseyi kullanmak istemiyorum. Ne kadar karşımdakine karşı samimi olsam da , özünde neden olduğunu biliyorum. İki yüzlülük gibi geliyor bana. Hakkım yok buna.

            Ortalıkta koşturan çocuklara, onlarla ilgilenen, üstünü başını düzelten ailelerine uyuz oluyorum artık. Çünkü bu hakkımı kaybetmişim gibi geliyor. Sanki bunların hepsini elimin tersiyle itmişim gibi. İçimi biliyorum;

            Telefon çalıyor, kaldırıyorum ahizeyi, küçük bir çocuk sesi, arkadaşım olan babasının ismini söylüyor. Dönüp ona sesleniyorum, gözlerim doluyor. Sanki kaybettiğim bir çocuğum varmış gibi üzülüyorum.

            Yalnızlıkla ilgili hiç bir problemim yok, kendi kendime yetmeyi öğrendim. Haftalarca yanımda bir Allahın kulu olmasın, sıkıntı değil benim için. Ama arada patlıyor işte, insan psikolojisi. Benim elimde olan şeyler değil.

            Birini istiyor muyum peki? Hayır. Çünkü biliyorum, hiçbir şey hayalimdeki gibi olmadı, olmayacakta. Aradığımı hiçbir zaman bulamayacağım. Bunun tatmin olmamakla hiç alakası yok. Fazlasıyla öğrendim elim bomboşken mutsuz olmamayı. Sadece bir kişide istediğim her şeyi bulamayacağımı biliyorum. Bu yüzden herkesten vazgeçiyorum. Belki gene kaçmak oluyor bu, ama bu kadar berbat etmişken her şeyi, toparlayabilmek için öyle bir şey lazım ki, mucize falan olmalı.

            O kadar proaktif bir psikolojim var ki, artık sıkıntının zamanı geldiğini anladığında uyku bastırıyor ya da başka yerlere dağıtıyor dikkatimi. Ciddi ciddi oturup, sorunlarımı düşünmeye izin vermiyor. O yüzden aklımı meşgul tutmak gibi bir şeye girişmiyorum artık. Sağ olsun kendiliğinden oluyor. Kaçak oynamayı o da öğrendi tabi zamanla. Ben gene de fazlasıyla farkındayım durumun ama çözüm nedir, ne yapmam gerek hiçbir fikrim yok. O yüzden bıraktım olduğu gibi, akıntı nereye götürürse oraya sürükleniyorum resmen.

            Müdahale etme yetkimi bıraktım gibi, çünkü kararlarım getirdi beni bu çıkmaza ve ben artık çözüm yolu düşünmeye bile üşeniyorum. Çünkü girdiğim yolda önümde bir duvar, bütün görüş alanımı kapıyor. Zaman hiçbir şeye çare olmasa da  zamana bıraktım ben çaresizliğimden.

            Eskiden ağlamak rahatlatırdı beni, artık ağlayamıyorum. Yazmak rahatlatırdı, yazmak istemiyorum. Neden ağlayamadığımı çok merak ediyorum, hani diyorum ya gözlerim doluyor, ötesine geçemiyorum. Akmıyor göz yaşları, sanki gerisi yokmuş gibi.

            Bilmiyorum işte, yaşıyorum ama hissettiklerim bile gerçek gelmezken, zombie gibi hissediyorum kendimi. Hak etmiyorum diyorum ya, karşı çıkanlar oluyor ama bunları bilmiyor işte. Yazıyorum, bencil hissediyorum bu sefer. Hayatım paradoksmuş gibi. Çıkmazlardayım.

            Sanki girişi çıkışı olmayan bir labirentin ortasına bırakılmışım gibi. Saçmalıyorum diyorum ya, ne yapabilirim bu durumda başka ?
           
Resim

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Şarkılar çalıyor aklımda 7 Mar 2012 4:20 AM (13 years ago)

            Aslında bir süre daha biriktirme kararındaydım fakat bir yıl yazmamanın parmaklarımda kireçlenme yapacağı korkusu sardı içimi, sonra bozdum yeminimi. Kesin kararlar almaktan haz etmiyorum ama çokca deniyorum bunu. Kendime kendimi kanıtlamak gibi bir şey.  İşleyen demir ışıldar atasözüyle de kendimi biraz gazlayınca,  işte yazıyorum.

            Şarkılar çalıyor aklımda;

Drake feat Rihanna- Take Care
I know you’ve been hurt by someone else...
...If you let me here’s what I’ll do
I’ll take care for you...


            Böyle aşklar, böyle kızlar canlanıyor artık aklımda. Bana sıkıntı vermek bir yana bana göz kulak olacak, bana akıl verecek birini istiyor içim. Yaşım geldi herhalde, annem de çaktırmadan yolunu yapmaya başlamış, sarılıp duruyor bir kaç kıza, canım gelinim diye. Tabi evlilikte falan gözüm yok. Tamamen içgüdüsel, hormonal hissettiklerim.  İnsanlar neden evlenir anlamaya başladım ama sanırsam, hayatın yükünü hafifletmek için de; mümkün mü bu zamanda öyle biriyle karşılaşmak. Neyse adetim değildir zaten kovalamak, ben akışındayım her zamanki gibi. Bunlar içimden geçenler, düşündüklerim sadece.

Jessie J- Who You Are
I stare at my reflection in the mirror
Why am I doing to myself
Losing my mind on a tiny error...
...It’s okay not to be okay
Sometimes its’s hard
To follow your heart...

            “Nereye gidersen gidersen git, hep aynı yüzü göreceksin aynalarda” demiştim. Bu yüzden çok seviyorum içinde ‘mirror’ kelimesi geçen şarkıları. Küçük hatalara çok takılıyorum, bu benim karakterimin, beni en zorlayan noktalarından biri. Ama değişecek bir şey değil bu saatten sonra. Yeterince değişti zaten, artık kanın beynime sıçrayışını yavaşlatabiliyorum daha ne olsun. Derin bir nefes almayı öğrendim. Felsefe aynı tabi, mutluluğu arayan kim! yeter ki hayatımda huzur olsun, hala ötesini istemiyorum. Kendime en son ne zaman mutlu oldun diye sormaya gerek bile duymuyorum çünkü cevap çok eskilerde kaldı biliyorum. Kalbimi izlemek mi? işte o ancak şarkılarda kalmış benim için bunu açıkca görüyorum.

Bruno Mars-It Will Rain
If you ever leave me baby
Leave some morphine at my door
Because it would take whole lot of medication
To realize what we used to have,
 we don’t have it anymore...
...Because there will be no sunlight
If I lose you baby..

            Bruno Mars’ı seviyorum, çünkü benim zamanında söylediğim gibi büyük sözler yazıyor şarkılarına. En çok ettiğim dualarımdan biridir “Allah’ım kimseyi gördüğünden geri koyma” , aynısını söylüyor Bruno. Güneş ışığı falan diyor ya, ben zaten boşuna gecelerin adamıyım demiyorum. Bunları neden mi yazıyorum? Oraya da geleceğim..

            Kendisini çok severim dedim, bir kuple daha bir şeyler yazayım:

Bruno Mars- Grenade
...Gave you all I had
And you tossed it in the trash
You tossed it in the trash, you did
To give me all your love is all I ever asked,
Cause what you don't understand is
I'd catch a grenade for you
Throw my hand on a blade for you
I'd jump in front of a train for you
You know I'd do anything for you
I would go through all this pain,
Take a bullet straight through my brain,
Yes, I would die for you, baby
But you won't do the same...

            Hikayeye bak şimdi olacak şey mi ? Çocuk her şeyini vermiş de çöpe atmış kız. Halbuki çocuk neler yapmış(yaparmış); uçmuş,kaçmış el bombası yakalamış, elleriyle bıçaklara, kılıçlara kalkan mı yapmamış, trenin önüne mi atlamamış, olaylar, olaylar. Ama fedakar çocuk da biraz abartmayı seviyor anlaşılan, ben de bu yüzden seviyorum onu zaten. Var ol, sağ ol Bruno.

Christina Perri- Jar Of Hearts
I know i can't take one more step towards your
Cause all that's waiting is regret
And don't you know i'm not your ghost anymore
you lost the love i loved the most
i learned to live half alive...

            Bu kız da klipte yerlerden kalp toplayıp duruyor. Şarkının sözlerini de kensini yazmış helal olsun. Ama diyor ki bir adım daha atsam pişmanlık, o yüzden kitlenmiş kalmış kızcağız. Hayırlısı olsun; yarım yaşamayı da öğrendiysen sıkıntı çekmezsin bu saatten sonra. Bende zorlanmıştım ilk zamanlar; sene 1956.

Adele-Rolling In The Deep
...Could have had it all
Rolling in the deep
You had my heart inside of your hand
But you played it, with a beating...

            Bu Adele de çok içli kız bakmayın soğuk duruşuna. Sadece sesi güzel olsaydı tutmazdı bu şarkılar. Kızın kalbini eline almış çocuk, oynamış durmuş. Yazık etmiş, dibi boylamışlar sonra. Daha başka bir şey yazmaya ne gerek var, olay ortada İngiltere’de sık sık olurmuş böyle şeyler. Gerçi şarkı dünyaca ünlü olduğuna göre, demek dünyada da sıklıkla yaşanan olaylardan.

Eminem feat Rihanna – Love The Way You Lie
...you ever love somebody so much you can barely breathe
when you with him you meet and neither one of you even know what hit him
got that warm fuzzy feeling
yeah them chills used to get him...
... yesterday is over, it’s a different day
sound like broken records playing over
but you promised her next time you’ll show restraint
you don’t get another chance
life is no nintendo game, but you lied again...

            Böyle sevmekten korkmuşumdur hep. Benim hayatımda hiçbir şey dengeli olmadığından, bir gün bir daha seversem böyle şiddet dolu bir aşk olmasından korkarım. Bir de broken records falan diyor ya, işte ben ondan hiç almayayım, alana da mani olmayayım. Aman diyeyim..

Drake-Find Your Love
...I better find your loving
I better find you heart
I bet if I give all my love,
Then nothings gonna tear us apart...

            Bir Drake daha yazıp bitireyim abartmadan.  Sevdiğime böyle şarkılar yazmakta güzel olurdu, işte bu yüzden seviyorum bu adamı, bu yüzden seviyorum yazdığı her kelimeyi.

            Bunları neden mi yazıyorum? Çünkü hissediyorum elimde değil. Gerçekten bunları istiyor muyum, yoksa bahsettiğim gibi hormonal, dönemsel bir şey mi ben de henüz bilmiyorum. Gerçi ne farkeder ki, benim hayatımda her iki türlü de pek bir şey değişecekmiş gibi gözükmüyor. Değişmesini istiyor muyum? İşte bu konuda emin değilim, o yüzden yazıyorum. Bugüne kadar hiç böyle şeyler yazmışlığım yok, bir değişiklik olmuş olur işte. Şu an ilaçlara hassasiyet gösteren beyinciğimin yoğun bir bombardımandan geçtiği bir dönemde bu yazıyı yazıyor olmam da ileride bu yazıyı silmem için bahanesi olsun=) yok,yok. Neyi sildim de bugüne kadar bu yazıyı sileceğim. Neyse hasret giderip epeyce içimi döktükten sonra gitme vakti, ama bir bakayım yazacak bir iki satır bir şey kaldı mı ?
            Foto

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Çok sıradan sıkıntılarım var benim 5 Dec 2011 5:04 AM (13 years ago)

            Çok sıradan sıkıntılarım var benim. Hiç özel değil, herkesin ki gibi. Şimdi telefonu elime alsam anlayacak en az on kişi bulurum eminim, yoldan yüz kişi çevirsem doksandokuzu beni çok rahat anlayabilir. Ama ben artık anlaşılmak istemiyorum. Anlatmak istemiyorum. Ben herhangi biriyim, diğer yedi milyar insanın herhangi biri gibiyim. Sıkıntılarım ülkemdeki yaşıtım diğer bir çok insanla aynı. Artık biliyorum, istersem anlatabilirim kendimi. Ama şimdi, en başta yapmam gerekeni yapıp, köşeme çekiliyor ve izleyici koltuğuma oturuyorum. Görmem gereken çok şey, çözmem gereken bir çok soru işareti, anlamam ve öğrenmem gereken bir sürü konu, okumam gereken yığınla kitap ve ÇOK AZ vaktim var. Yeri ve zamanı geldiğinde belki görüşmek üzere. Haydi şimdilik eyvallah, allaha emanet.


-How much time do we have?
 +Not enough.*

*School of Life filminden alıntı bu diyaloğu filmi izlerseniz daha iyi anlayabilirsiniz. İzlemeyenlere tavsiyemdir. İzleyenler için şunu söyleyeyim, bir rahatsızlığım yok, çok şükür.

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Sonbahar(da yapraklar) 28 Nov 2011 11:00 AM (13 years ago)

            Bugüne kadar sonbahar hakkında bir çok yazı, şiir,hikaye, roman,..., yazılmış. Her yazan farklı anlamlar yüklemiş sonbahara; kimi, insanın yaşlılık dönemine benzetmiş, yapraklar yer çekimine yenik düşerken ölüme yaklaştığını hissetmiş, kimi, ait olduğu dallardan kopan yaprakların rüzgarda savruluşuna hüzünlenmiş, kimi toprağa kavuşan yaprakların özüne döndüğü için sevinç duyduğunu düşünüp mutlu olmuş, kimi ise yaprakları süpüren çöpçülere sinirlenmiş, onları özünden kopardığı için. Araştırsam kaç paragraf yorum bulabilirim Allah bilir.


            Günümün çoğunun geçtiği odamın bir balkonu var ve balkon camının hemen önünde kanser tedavisi görüyormuşcasına saçları hergün yumak yumak dökülen bir ağaç. Gün boyu içtiğim 20 dal sigaranın en azından 10 tanesini onunla yüzyüze içiyorum ve sessiz sessiz bakıyoruz birbirimize günlerdir.

            Önceleri hüzünlü olduğunu düşünürdüm, zaman geçip samimiyetimiz ilerledikçe aslında pek üzülmediğini anlamaya başladım. Hala o kadar iyi tanımıyorum aslında, sorsan ne ağacı, nereli falan hala bilmem.

            Sessiz sessiz bakıştığımız gecelerden birinde, dile geldi ağaç, bana fen dersi veriyor: “kışı geçirebilmek için dökeriz biz yapraklarımızı” Düşündüm bir an, cahil sandı beni herhalde diye, bunu ilk okulda herkese öğretirler zaten. Fazla önemsemedim dediklerini, zaten başka bir şey de söylemedi, laf söyledi balkabağı derler ya aynen öyle yaklaştım söylediklerine.

            Sonraları içime ektiği bu bir cümlelik tohum yeşermeye başladı çorak beynimde ve anlatmak  istedikleri şöyleydi sanırsam;

Tohum(fide) olarak toprağa düştüğüm günden beri her sonbaharda dökerim yapraklarımı, o yapraklarla düştüğüm toprağı beslerim. Kış geldiğinde güneş arkasını döner bana, bir süre sonra yapraklarım toprağa karışır, yağmurda yağdımı üstüne güzel bir çorba olur bana ve  kavuşuruz tekrar birbirimize. Onların bana verdiği güç sayesinde ilkbaharın ilk ışıklarıyla tekrar renklenir dallarım, şenlenir dünyam. Uzun sürmez mutluluk, bilirim yakındır ayrılık ve sonbahar gelir, kışa hazırlık başlar gene..

            Ona can veren yapraklarından her sene ayrı düşüyor, onun için sararıp soluşlarını           izliyor, yalnız bir kış geçirdikten sonra gene onlara kavuşuyor. Her sene aynı olay..

            Hiç biri boşa gitmiyor tabi, hepsi ona geri dönüyor bir şekilde, insanoğluda bu kadar rahat kopabilse keşke, o çok rahat yapıyor, o kadar alışmış ki bu döngüye, bazen sonbahar gelmeden hava kapanıyor bir hafta, hemen sararıyor yaprakları..

            Daha sonra farkına varıyorum, sarı yaprakların bu kadar çok dikkatimi çekmesinin sebebi bu ağacın arkasındaki koyu yeşil fon. Hemen bir adım arkasında duruyor çam ağacı ve her mevsim canlı yapraklarıyla nispet yapıyor ona. Ancak yapraklarının özel oluşuyla dayanıyor soğuk kış aylarına. Çok özel bir ayrıcılığa sahip farkında mı acaba?

Dik duruşundan gururu anlaşılıyor aslında ama eminim onun da sıkıntıları var, her daim aynı şekilde durmak zorunda, hep dik, hep o güzel şekliyle yükselmeli gökyüzüne doğru. Kalender duruşunu bozmamalı asla, hayatının ne kadar tek düze olduğunu bile bile sıkılıp bunalmamalı bu durumdan. Monoton olmasının yanında çok yavaş onun hayatı, bahar telaşı yok, ayrılık yok, kavuşmak yok.

            Hepsinin dünyası, hepsinin telaşı farklı. Hepsi hayatta kalmaya çalışıyor ve doğuştan gelen bazı özellikleri yönelendiriyor onları. Ama biz öyle miyiz?

            Bizler de birbirimizden farklıyız, hepimizin farklı uğraşları, amaçları, hedefleri var. Bizler onlardan farklı olarak, boyun eğmek zorunda değiliz. Psikoloji, felsefe, mantık ve hepimizin bildiği bir çok bilim dalımız var. Hoştun olmadığımız, değiştirmek istediğimiz neredeyse her şeyi bilgiyle, emekle, azimle değiştirme yeteneğimiz var. Her zaman böyle mi peki? Tabi ki hayır, insan herşeyi değiştiremez, bazı şeyler öyle olmalı.

            Türk halkı olarak, bokumuza yabancılaşmadan önce doğru olan fakat yabancılaşmadan sonra genelde yanlış anlaşılan bir atasözümüz var: “düşün düşün boktur işin.”

            Özetle düşünmek iyidir ancak “kontrolsüz güç, güç değildir” bunu da unutmamak gerek.

            İki atasözü, birkaç benzetme ile yazdığım bu yazının sonunda herkese yeni yılında iyi,güzel günler yaşaması dileklerimi ilettikten sonra(2 yılbaşını da aradan çıkarmış olayım) bir kez daha görüşmek ümidiyle noktayı koyuyorum.

20111128 2054
Alt foto
           
            

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Kırmızı Nescafe Bardağı 28 Nov 2011 10:38 AM (13 years ago)

            Kırmızı bir Nescafe bardağı aldım kendime ve sadece kahve içmek için kullanıyorum. Bu marka reklamında oynayan güzel kızın, güzel gülümsemesinin aksine hiç de güleryüzle yanaşmıyorum ben ona, bu yüzden onun için biraz üzülüyorum. Bahtı iyi değilmiş ki benim elime düşmüş değil mi?  halbuki ne güzel insanlara sahip olabilir, narin eller tarafından sarılıp, mutluluk saçabilirdi etrafa.

            O reklamdakinin aksine,o bardakta kahve yapıp yatağıma getirebilecek bir sevgilim de yok tabi. Bunun için bir uğraşım olmamasının yanında tersine yüzüyormuşum gibi geliyor hatta. Ayrıca bir sevgilim olsa ve sabah sabah kahve  getirse yatağıma, beni tanımadığının kanıtıdır. Çay demle kızım çay, ne o gavur icadı, kahveyle güne mi başlanırmış. Olur tabi neden başlanmasın, bende bazen kahve içerek açıyorum uykumu, ama çay başka; yerini tutamaz esspresso, capuchino yada klasik kahve vs..

            Çay demlemiş bile olsa, benim o yataktan o tarz bir gülümsemeyle kalkıp bardağa sarılmam pek mümkün gibi gözükmüyor gerçi. Çünkü benim uyanmam nerden baksan yarım saat, hadi acelem var diyelim onbeş dakika. Neyse ..

            Bilgisayarımın sol tarafında durur bu bardak genelde, hemen fanın dibinde. Hp’nin ısıtma teknolojisinden faydalananlardanım. Çok az güneş ışığı görür bu bardak, çoğu zaman uykudan kaçmak için geceleri çıkar sahneye, bazen uykuyu açmak için uyandıktan sonra. Ben uyandığımda güneş beni beklemekten bıkıp, köşesine çekildiğindiğinden araları pek yoktur güneş ışığıyla.

            Şimdi sizde üzülmeye başladınız değil mi onun için? Ama daha bitmedi, bol kahve, acıyı kapatacak kadar süt tozu ve şeker eklenmiş su doldurur bu bardağı. Biraz karıştırınca oldumu sana 3ü1 arada. Kimi zaman siyaha yakındır rengi, midemle kavgalıdır bu kırmızı bardak. Ard arda 3cü bardaktan sonra, bardağın kırmızısı sanki içime akar da kanar içim, solar bardak durduğu yerde. Ama ben hiç 3 bardak arka arkaya içmem, rengini soldurmam bardağın, o kadar da acımasız değilim..

            Reklam yazısı gibi oldu farkındayım ama inanın 5 kuruş almadım kimseden hatta para verdim ben o bardağı almak için. Aslında vermemiş olmamı düşünmem gerek çünkü promosyon olarak verdiler, bilmem kaç gram nescafe alınca yanında. Ah kapitalizm ne yaptın bize. Neyse bu paragrafı da Occupy the Red Streak gibi anlamını tam olarak bilemediğim bir cümlecik ile bitirmek istiyorum.

            Reklamlar bitti. Şimdi haberler.

            Haberlerde ki politik içerikten ve benim politikadan nefret etmemden ötürü haberleri yayından kaldırdım. Kalın sağlıcakla.

20111118 1600
           
            

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?

Bir milyar dolar vereceğim. 4 Nov 2011 1:28 PM (13 years ago)

            Şimdi sana bir milyar dolar vereceğim.

Bu para sana ömrün boyunca yetecek emin ol. Ne kadar lüks yaşarsan yaşa bitiremezsin. Geleceğin garanti..
Ama önce bir kaç soruya cevap vermeni istiyorum:

·         Öğrencisin, okulu bırakacak mısın şimdi ?

Öğrencilik yılları geçmişte kalmışsa, ya boştasın ya da çalışıyorsun.

·         Boştaysan ne yaparsın bu kadar paran olduktan sonra ?
·         Çalışıyorsan işten çıkar mısın?

Eğer okumaktaki ya da çalışmaktaki amacın para kazanmak ise bu meşgaleleri bırakman gerek düz mantıkla.

Şimdi o kadar parayla ne yapacaksın?

·         Hayır işi mi?
·         Yat, kat alıp, ömrünün sonuna kadar keyif mi?
·         İbadete mi verirsin kendini ?

Ya da benim düşüncelerimi boşver. Varsa cevap bekliyorum. Para senindir, veririm bir ara..

Para 347.noter başkanlığında Şişli de  32.01.2012 tarihli çekilişte  kazanacak olan bir kişiye verilecektir. 18 yaşından küçükler çekilişe katılamaz. Her kişi yalnız  bir kez çekilişe katılabilir, birden fazla yapılan başvurular sayılmayacaktır.
foto

Add post to Blinklist Add post to Blogmarks Add post to del.icio.us Digg this! Add post to My Web 2.0 Add post to Newsvine Add post to Reddit Add post to Simpy Who's linking to this post?